Kendini çıplak hissediyordu. Çırılçıplak. Kat kat
örtünse yine de bu duygudan kurtulamazdı. Bu his bedeninin çıplaklığından
değil, benliğinin ilahi bir gücün önünde görünür kılınmasından kaynaklanıyordu.
Burada sır yoktu. Burada yalan yoktu. Sadece
gerçekler vardı. Burada şeffaflık vardı.
İşlediği her günahın pişmanlığını hissediyordu
şimdi. Günahları bilinç kazanmış ondan hesap soruyordu. Kafasının içinde
binlerce ses duyuyordu. Binlerce farklı ses ona neden, diye soruyordu.
Neden? Neden? Neden?
Sesler zihnini kemirirken arkasını döndü. Köşkün
kapısından tekrar girebilirse... Bu seslere daha fazla katlanamayacaktı. Bu
utancı daha fazla kaldıramayacaktı. Burada olmaya daha fazla dayanamayacaktı.
Ama kapı yoktu. Onun yerinde bir yarık vardı. İki
farklı boyutu birbirine bağlayan geniş bir yarık. Sanki soluk alıyormuş gibi
genişleyip daralıyordu. Hırsız yarıktan köşkün içini görebiliyordu. Tozlanmış
eşyaları, basamakları… Ve basamakların sonunda yatan bedenini. Bir ayakkabısı
ayağından fırlamış, kan gölünün içinde hareketsiz yatıyordu, ipleri kesilmiş
bir kukla gibi. Başı, boynunun üstünde hayatta kalmasına imkân tanımayacak bir
şekilde dönmüştü. Kanla kaplı yüzü sırtının olduğu tarafa dönüktü ve gözleri
açıktı. Yanaklarından çenesine doğru süzülen kan, gözyaşını andırıyordu. Sanki
bedeni yarığın diğer tarafındaki kısmına bakıyor, onun için üzülüyor, gözyaşı
döküyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder