Tarih profesörü John Oldman on yıldır görev yaptığı üniversiteden nedensiz yere ayrılır. Haberi duyan meslektaşları soluğu John’un evinde alır. Onu, küçük çaplı bir veda partisi düzenlemeden bırakma niyetinde değillerdir. Eşyalarını toparlarken yakaladıkları John ise belli ki kimseye yakalanmadan sıvışmanın derdindedir. Bu durum dostlarını meraklandırır. John’un bir sıkıntısı olduğu bellidir. Birinden mi kaçmaktadır? Dostlarının bilmediği ne gibi bir derdi olabilir? Önü açık, parlak bir profesörün böyle birdenbire istifa etmesi hiç de mantıklı değildir.
John başlangıçta ketum davranır. Dostlarından onu mazur görmelerini ister. Yerinde duramamaktadır işte. Bir yere bağlanamamaktadır. Yeni bir hayata yelken açacaktır. Durum bundan ibarettir. Üstelik bunu her on yılda bir yapmaktadır.
İyi güzel de John nasıl olur da bu gencecik yaşında bunu daha önce de yapmış olabilir? Üstelik evindeki bu garip eşyalar da neyin nesidir? John sonunda meraktan kıvranan dostlarına istediklerini verir ve Benjamin Button’ınkinden bile tuhaf olan hikâyesini anlatmaya koyulur. John on dört bin yaşında bir mağara adamıdır. İşte gerçek budur.