30 Aralık 2016 Cuma

Lovecraft'ın Sineması


Çocukluğum film izlemekle geçti desem abartmış olmam. Bir üst sokağımızda, şu an yerinde yeller esen bir video kaset kiralama dükkânı vardı. Zaten sık sık hasta olan -boğazım davul gibi şişer ve ateşim kırk dereceye çıkıverirdi- bir çocuk olarak her gün bir iki film kiralar, ya kendi evimizde ya da video kasetçinin az ilerisinde oturan anneannemlerde izlerdim. Özellikle de korku filmlerine bayılırdım. Kulaklarım korkudan pancar gibi kızarsa da hiçbirini yarıda bırakmaz, her birini sonuna kadar izlerdim.

O zamanlar, büyülenerek izlediğim filmler hakkında yazılar kaleme alacağımdan ve bunları sanal bir ortamda paylaşacağımdan habersizdim tabii. Tıpkı The Curse’ün (Lanet / 1987) Lovecraft’ın The Colour out of Space (Uzaydan Düşen Renk) adlı öyküsünden uyarlandığından habersiz olduğum gibi. The Curse’ün başrolünde, Stephen King’in The Body (Ceset) adlı eserinden uyarlanan Stand by Me’den hatırlayacağınız Wil Wheaton yer alıyor. Yönetmen koltuğunda David Keith’in oturduğu 1987 tarihli filmin konusu şöyle:

28 Aralık 2016 Çarşamba

Scarlett Johansson ve Bilimkurgu


Danimarka asıllı Amerikalı oyuncu Scarlett Johansson, henüz on yaşındayken kameranın karşısına geçer ve Rob Reiner’ın yönettiği, macera-komedi-drama karışımı North (1994) adlı filmde Laura Nelson olarak seyircilerin karşısına çıkar. Dört yıl sonra, The Horse Whisperer (Atlara Fısıldayan Adam / 1998) filmindeki rolü ile dikkatleri üzerine çekmeyi başaran güzel oyuncu, parlak bir kariyere sahip olacağının sinyallerini vermeye başlar. 2003’te yer aldığı Girl with a Pearl Earring (İnce Küpeli Kız) ve Lost in Translation (Bir konuşabilse…) filmlerindeki rolleriyle önemli ödüllere aday gösterilir ve bunlardan bazılarını alır da.

Günümüzün en güzel kadınları arasında gösterilen ve büyük bir hayran kitlesine sahip olan Scarlett Johansson’un bilimkurgu sinemasına adım attığı filmin The Island (Ada /2005) olduğunu söyleyebiliriz.

Şimdi gelin, Michael Bay’in hem yönetmenliğini, hem de Steven Spielberg ile birlikte yapımcılığını üstlendiği The Island ile başlayıp başarılı oyuncunun yer aldığı bilimkurgu filmlerine şöyle bir göz atalım.

Yazının devamı Bilimkurgu Kulübü'nde: Scarlett Johansson ve Bilimkurgu

25 Aralık 2016 Pazar

TBD 18. Bilimkurgu Öykü Yarışması'nda Birincilik Ödülü Kazanan Öyküm: Extube


Annem beni aradığında, kızıl saçlı hemşire hasta yatağımın az ötesinde sütyeninin kopçasını açmakla meşguldü. Turkuvaz mavisi teni pencereden içeriye dolan yabancı bir güneşin ışığı altında parıldamaktaydı. Uzayın derinliklerinde kozmik barışı korumak adına savaşırken yaralanan ve son güncellenen evren haritasında bile yer almayan bu güneş sisteminin hayatla kutsanmış tek gezegeninde tedavi altına alınan cesur savaşçı için -ki bu ben oluyordum- yapmayacağı şey yok gibiydi. Görünüşe göre üzerindekileri çıkarmak da buna dâhildi. Tabii çıplak vücudunu sergilemesinin yaralarımın iyileşmesine ne gibi bir fayda sağlayacağını bilemiyordum. Elbette yapımcı firma gibi kullanıcıların da buna kafa yorduğu yoktu.

Ben de bu kullanıcılardan biriydim. Senaryodaki tutarsızlıkların canı cehenneme. Şu anda bu dünya dışı yaşam formunu çıplak görmekten başka bir şey düşünemiyordum. Annem de tam arayacak zamanı bulmuştu doğrusu. Bravo anne! En iyisi lensfona cevap vermemekti. Annem birkaç kez çaldırıp kapardı. Oysa kulağım titredikçe titriyor, annem vazgeçeceğe benzemiyordu. Sci-Fi Strip Club uygulamasını sonlandırıp aramayı cevaplasam iyi olacaktı. İyi olacaktı ama uygulama kapanmıyordu ki. Anlaşılan lensim yine takılmıştı. Son zamanlarda bir uygulama açıkken arama gelirse sıklıkla bu sorun oluşuyordu.

Hemşire sütyenini kafasının üzerinde çevirdikten sonra bana doğru fırlattı. Önce kadının dört dolgun memesine, sonra da cevap vermemi bekleyen annemin yüzüne baktım. Onun bu sahneyi görmesi olanaksızdı tabii. Yine de kendimi yakalanmış gibi hissediyordum. Yüzüm ateş gibi yanmaya başlamıştı. Sanki pencereden sızan güneş gerçekten yüzümü ısıtıyordu. Şu uygulamadan çıkmayı bir başarabilsem…

Öykünün Devamı Bilimkurgu Kulübü'nde: ExTube 

29 Kasım 2016 Salı

TBD 18. Bilimkurgu Öykü Yarışması Sonuçlandı


TBD 2016 Bilimkurgu Öykü Yarışması'nda, ExTube adlı öykümle birinciliğe layık görüldüm. Bu yarışmayı kazanmamda büyük payı olan Bilimkurgu Kulübü'ne ne kadar teşekkür etsem azdır. Yüreğime bilimkurgu sevgisi ektiler. Ve o tohumları birlikte büyüttük. Çıktığımız yolculukta onlardan çok şey öğrendim. Bu sürede bir dolu güzel insan tanıdım. Bilimkurgu Kulübü'nün kurucusu, hayal gücü diyarında birlikte maceraya atıldığımız güzel insan İsmail Yamanol'un da ikinciliğe layık görülmesi beni ayrıca mutlu etti. Sonuna kadar hak ettiği bir ödüldü. Türkiye Bilişim Derneği'ne ve bizi bu ödüllere layık gören değerli jüri üyelerine sonsuz teşekkürler. Ayrıca yarışmada üçüncü olan ve mansiyon kazanan arkadaşlarımızı da gönülden kutlarım. Hayal güçleri parlaklığını yitirmesin.

TBD'nin sitesinde, yarışma haberine şu şekilde yer verildi: 

TBD 18. BİLİMKURGU ÖYKÜ YARIŞMASI SONUÇLANDI

BİR AİLE ÖLÜMÜ SOSYAL MEDYAYA TAŞIRSA!


İRONİK ANLATIMIYLA “EXTUBE” BİRİNCİ OLDU

Türkiye Bilişim Derneği (TBD) tarafından 1998’den bu yana geleneksel olarak düzenlenen TBD Bilimkurgu Öykü Yarışması sonuçlandı. Bu yıl 18’incisi gerçekleştirilen yarışmada birinciliği Kadri Kerem Karanfil’in yazdığı ExTube adlı öykü kazandı. Bir ailede gerçekleşen ölüm anının sosyal medyada paylaşılmasının ardından yaşanan olayları konu edinen öykü, iletişim teknolojilerindeki gelişmeye rağmen toplumsal yaşamda değişmeyen durumları ironiyle işliyor.

24 Kasım 2016 Perşembe

Evim Dediği Oda (Öykü)


Kapıyı kırıp girdiklerinde daktilosunun başındaydı.

“Ayaya kalk! Ellerini başının üstüne koy!”

“Lütfen… Bakın, önce beni bir dinle…”

“Tüm bunların yasak olduğunu bilmiyor musun?”

“Burası… evim.”

Güldüler bu sözüne.

“Senin evin yok,” dediler. “Kimsenin evi yok. Kimsenin evi olamaz.”

İtiraz edecek oldu, ettirmediler. Suratının ortasına yumruğu patlattıkları gibi onu evim dediği odanın bir köşesine savurdular.

“Bu yazı makinesini kim verdi sana? Konuş!”

“Ben… Ben… bir yazarım.”

“Sen yazar değilsin,” dediler. “Kimse yazar değil. Kimse yazar olamaz.”

15 Kasım 2016 Salı

2016 Tudem Edebiyat Ödülleri Sahiplerini Buldu


TUDEM Edebiyat Ödülleri TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı'nın açılış günü olan 12 Kasım'da sahiplerini buldu.

Bu yıl 14. kez düzenlenen TUDEM Edebiyat Ödülleri Kısa Öykü Yarışması Ödül Töreni, TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı etkinlikleri kapsamında gerçekleştirildi.

Seçici kurul tarafından yapılan değerlendirme sonucunda ben de Yüreği Güneşli Çocuk adlı öykü dosyam ile mansiyon ödülüne layık görüldüm.

13 Ekim 2016 Perşembe

14. Tudem Edebiyat Ödülleri Açıklandı


2003 yılından bu yana, çocuk ve gençlik edebiyatımıza çağdaş ve özgün eserler kazandırmak amacıyla düzenlenen Tudem Edebiyat Ödülleri, 2016 yılında KISA ÖYKÜ dalında verildi. Yarışmaya rekor sayıda başvuru yapıldı. Ön eleme çalışmasının ardından, 7 Ekim 2016 Cuma günü Jüri Toplantısı yapıldı. Feyza Hepçilingirler, Habib Bektaş, Yekta Kopan, Kerem Işık ve Hakan Bıçakçı‘dan oluşan seçici kurul, yarışmanın bu yılki kazananlarını belirledi.

Ben de bu özel yarışmada, Yüreği Güneşli Çocuk adlı dosyamla mansiyon ödülüne layık görüldüm. Tudem Yayınları ve değerli jüri üyelerine çok teşekkür ederim. 2014'te de kazandığım bu ödüle bir kez daha layık görüldüğüm için gurur ve mutluluk duyuyorum. Ödül alan diğer isimleri de kutlarım.

Ödül Töreni, 12 Kasım 2016 Cumartesi günü TÜYAP Kongre ve Fuar Merkezi Marmara Salonu’nda gerçekleştirilecek. 

Ödül kazanan eserler ve sahipleri şu şekilde sıralandı:

Birincilik Ödülü: “Nice Ninenin Zeytini”, M.Şafak Okdemir Elginöz
İkincilik Ödülü: “Öykü Adında Öyküler” , Ali Benice
Üçüncülük Ödülü: “Atıştırmalık Öyküler”, Elif Yonat Toğay
Mansiyon: “Bambaşka Bir Dünya”, Koray Avcı Çakman
Mansiyon: “Kopya mı kim çekmiş”, Özlem Dertsiz
Mansiyon: “Yüreği Güneşli Çocuk”, Kadri Kerem Karanfil

6 Ekim 2016 Perşembe

Ölümsüz Öyküler 2016’nın Kazananları Belli Oldu


Ölümsüz Öyküler 2016 Kısa Öykü Yarışması’nın ödül töreni, 24 Eylül tarihinde Ahmet Cemal Kültür Atölyesi’nde gerçekleşti. Kutlukhan Kutlu ve sevgili dostum Ozancan Demirışık’ın Türkiye’de Fantazya ve Bilimkurgu Algısı üzerine söyleştiği bir oturumla açılan etkinlik, Serdar Yıldız ve Kadim Gültekin’in Ülkemizde Fantastik Edebiyat Üretimi ve Ölümsüz Öyküler’in Misyonu üzerine yaptıkları konuşmayla devam etti. Tören kazananların açıklanması ve ödüllerin dağıtılmasıyla son buldu. 

Bendeniz de ödül alan isimler arasında yer aldım. Stephen King İle İkinci Tanışma adlı bilimkurgu öyküm, mansiyon ödülüne layık görüldü. Sertifikamı da yazar Serdar Yıldız'ın elinden aldım. Elbette tek ödül sertifika değildi. Ödüllü öykülerden oluşan ve Hiç Yayınları tarafından basılan iki Ölümsüz Öyküler kitabı ve Kadim Gültekin'in Zaman Oyunları romanı da bana verilen armağanlar arasındaydı. Bu güzel günden geriye ise yukarıdaki bol gülümsemeli fotoğraf kaldı. Yüzümüzdeki tebessümün hiç solmamasını diliyorum.

Korkunun Vücut Bulmuş Hali: O



Stephen King’in günümüzün en popüler yazarlarından olduğunu söylememe gerek yok herhalde. King üretken bir yazar da. Küçücük bir çocukken yazıp annesine sattığı Tavşan Trick ve arkadaşları hakkındaki öykülerden bu yana dur durak bilmeden romanlar, öyküler kaleme almaya devam ediyor.

Kabul etmek gerekir ki King’in yazdığı birçok şey, insanın tüylerini ürperten cinstendir. Geçirdiğiniz araba kazasının ardından sizi hastaneye götüreceğine evinde tutsak eden bir hayranınız olduğunu (Sadist), kasabanıza kan emici bir yaratığın taşındığını (Korku Ağı), içi canavarla dolu bir sisin ortasında kaldığınızı (Sis), lanetli bir mezarlığa gömdüğünüz ölünün akşam kapınızı çaldığını (Hayvan Mezarlığı), kuduz bir köpek sizi parçalamak isterken fırın gibi ısınan bir arabanın içinde mahsur kaldığınızı (Kujo) bir düşünsenize. Bunlar elbette kâbus gördürücü türden şeyler. Ancak şunu belirtmek gerekir, King iyi bir korku yazarıdır ama yalnızca bir korku yazarı değildir. King’i yalnızca korku yazarı olarak etiketlemek ona büyük haksızlık olur.

Kendi deyişiyle aklına ne gelirse yazar King. Bilimkurgu da yazar (Şeffaf), polisiye de (Bay Mercedes). Bir kadının hayatla olan mücadelesini de (Dolores Claiborne) anlatır, bir çocuğun ilk kez aşkı tatmasını da (Kara Kule: Büyücü ve Cam Küre). Ayrıca okuduğum yazarlar içinde dostluğun o saf halini kelimelere dökmeyi en iyi başaran yazar odur. Bu dostluk, şu an içinde yaşadığımız Bilişim Toplumu’nda bulunması en zor şeydir. İnsanları birbirlerine sanal ağlarla değil, en saf duygularla bağlayan ve zorluklar karşısında tek vücut olmalarını, yıkılmayıp ayakta kalmalarını sağlayan bir dostluktur bu. Büyülü ve nadirdir. Bu yüzden, dijital yerli olmayıp da çocukluğu arsalarda, sokaklarda geçmiş, akşam ezanından önce evde olmak zorunda olan benim gibi dijital göçmenler için klasik King kitaplarının farklı bir lezzeti vardır.

Yazının devamı Bilimkurgu Kulübü'nde:

25 Eylül 2016 Pazar

Çocukluğu Cep Telefonuna Hapsolmayanların Dizisi: Stranger Things


Arsalarda top koşturanlar, kapı pervazına tırmananlar, beş sakızı birden ağzına tıkanlar, uçurtması tembel bulutların arasında kaybolanlar, elektrik borularıyla külah atanlar, gece sokağa el feneriyle çıkanlar, inşaatın ikinci katından kuma atlayanlar, salçalı ekmekle karın doyuranlar, su tabancalarına boyalı su koyanlar, kokulu silginin tadına bakanlar, atari salonlarından çıkmayanlar, yorganın altında hayal kuranlar, kola şişesi içinde torpil patlatanlar, saklambaç oynayanlar, salıncakta sallananlar, ip atlayanlar, kaydıraktan kayanlar… Evet, aradığım sizlersiniz; çocukluğu cep telefonu ekranına hapsolmayan sizin gibi şanslı kişiler. Sizi niye mi arıyorum? Çocukluğunuza dönmenin bir yolunu buldum da ondan.

Günde elli kez elinize aldığınız cep telefonunu bir kenara bırakın, sıkıcı işinizi aklınızdan çıkarın ve maceradan maceraya koştuğunuz dostlarınızla yeniden buluşmaya hazır olun. Hayır, kuytu bir köşede gizemli bir gişe falan keşfetmedim. Büyülü biletlere de sahip değilim haliyle. Sizi yeniden Tipitip çiğnediğiniz günlere döndürmek için doğaüstü bir yardıma ihtiyacım yok. Bunu başarmak için dediğimi yapmanız yeterli. İşte sizden istediğim: Netflix’in son bombası Stranger Things’in ilk bölümünü açın ve arkanıza yaslanıp izlemeye başlayın. İşte hepsi bu kadar. İkinci bölüme geçmeden on bir yaşına dönmüş olursunuz. Yok canım, teşekkür etmenize gerek yok. Lafı bile olmaz. Ne de olsa hepimiz 80’lerin çocuklarıyız.

Yazının devamı Bilimkurgu Kulübü'nde:

29 Temmuz 2016 Cuma

Bir Stephen King Bilimkurgusu: The Tommyknockers


Korku edebiyatı denince akla gelen ilk isimler arasında yer alan Amerikalı yazar Stephen King günümüzün en popüler yazarları arasında yer almakta. 2015 yılında Amerikan Hükümeti’nin Ulusal Onur Madalyası’yla ödüllendirdiği King oldukça üretken de bir yazar. İlk romanı (Carrie / Göz) 1974’te yayımlanan Stephen King, küçük bir çocukken yazıp annesine sattığı Tavşan Trick ve arkadaşları hakkındaki öykülerden bu yana dur durak bilmeden romanlar, öyküler kaleme almaya devam ediyor.

Kabul etmek gerekir ki King’in yazdığı birçok şey insanın tüylerini ürperten cinstendir. Geçirdiğiniz araba kazasının ardından sizi hastaneye götüreceğine evinde tutsak eden bir hayranınız olduğunu (Sadist), kasabanıza kan emici bir yaratığın taşındığını (Korku Ağı), içi canavarla dolu bir sisin ortasında kaldığınızı (Sis), lanetli bir mezarlığa gömdüğünüz ölünün akşam kapınızı çaldığını (Hayvan Mezarlığı), kuduz bir köpek sizi parçalamak isterken fırın gibi ısınan bir arabanın içinde mahsur kaldığınızı (Kujo) düşünün. Bunlar elbette kâbus gördürücü türden şeyler. Ancak şunu belirtmek gerekir: King iyi bir korku yazarıdır ama yalnızca bir korku yazarı değildir. King’i yalnızca korku yazarı olarak etiketlemek ona büyük haksızlık olur.

Stephen King kendi değişiyle aklına gelen her konuda yazar. Hal böyle olunca bilimkurgu türünde de eserler vermesi şaşırtıcı değildir. Bu eserler arasında yer alan The Tommyknockers’da (Şeffaf / Altın Kitaplar) King, tıpkı Dreamcatcher’da (Rüya Avcısı / Altın Kitaplar) olduğu gibi insanlığı, bir uzaylı tehlikesi ile karşı karşıya bırakır.

Yazının devamı Bilimkurgu Kulübü'nde: 
Bir Stephen King Bilimkurgusu: The Tommyknockers

18 Nisan 2016 Pazartesi

Frankenstein'ın Sineması (Yazı Dizisi)

Gotik bir romanın sayfalarından fırlamışa benzeyen kasvetli bir yaz gecesinde, Cenevre Gölü kıyısında bulunan Diodati Villası’nda beş kişi bir araya gelir. Bu kişiler ozan Lord Byron, Byron’ın yakın dostu Dr. John Polidori, Byron’ın sevgilisi Claire Clairmont, bir başka ozan olan Percy Bysshe Shelley ve yakın bir zamanda onun eşi olacak on sekiz yaşındaki Mary Goodwin’dir. Birbirlerine hayalet hikâyeleri okurlarken Lord Byron bir yarışma teklifinde bulunur. Acaba aralarında, en korkunç hikâyeyi yazmayı kim başaracaktır? Doğumundan hemen sonra annesini kaybeden ve felsefeci bir babanın elinde büyüyen Mary, elbette dostlarından geri kalmak istemez ve gördüğü bir kâbustan da etkilenerek ileride bir edebiyat klasiği olacak romanı yazmaya koyulur. Bu romanın adı Frankenstein Ya da Modern Prometheus olacaktır. Bu isim Shelley’nin ilk kez 1818’de yayımlanan romanına gayet uygundur. İlk insanı yaratan ve ateşi çalıp ona armağan eden Prometheus gibi, türünün ilk örneği olan bir canlı yaratan Victor Frankenstein da yaptığının bedelini ağır ödeyecektir.

Frankenstein Ya da Modern Prometheus her ne kadar korku ve dehşet edebiyatına dâhil edilse de, kökleri bilimkurgu edebiyatının topraklarında kök salmış bir eserdir. Mary Shelley’nin entelektüel bir çevrede yetişmiş olduğunu unutmamak gerekir. Charles Darwin’in dedesi olan Erasmus Darwin ve ölü kurbağalar üzerinde elektrikle deneyler yapan İtalyan fizikçi Luigi Galvani gibi bilim insanlarının çalışmalarından etkilenen Shelley, daha önce yazılan gotik ve fantastik eserlerden farklı olarak, romanını, bilimsel bir tema üzerine oturtmuştur. (Romanının kahramanı Victor Frankenstein çocukluğunda ağaca düşen bir yıldırıma şahit olunca elektriğin gücünü keşfeder. O sırada yanlarında bulunan bir doğa filozofunun elektrik akımı ve galvaniz üzerine olan düşünceleri de onda büyük merak uyandırır. Bu tecrübeler, gelecekte yapacağı ölü bir insana hayat verme deneyinin kapılarını açmış olur.) Roman bu özelliği ile bilimkurgu edebiyatının öncülerinden sayılır. Ayrıca roman insanın kederini, kendisine ve içinde bulunduğu topluma yabancılaşmasını gözler önüne seren bir metin olarak da okunabilir.

Frankenstein'ın Sineması, Bölüm -1-
Frankenstein'ın Sineması, Bölüm -2- 
Frankenstein'ın Sineması, Bölüm -3- 

Altın Madalyon Online Dergi, 8. Sayısıyla Karşınızda!


Altın Madalyon E-Dergi 8. sayısıyla karşınızda! Bu sayıda ben de Rüzgarın Fısıldadıkları adlı korku öykümle yer aldım. Ayrıca yıllar evvel yazdığım Doğum adlı öykümün çizgi dizi versiyonu olan Kan Yaşamdır da 3. bölümüyle derginin sayfaları arasındaki yerini aldı. Harika çizimleriyle öyküme farklı bir boyut katan Abbas Bağca'ya bir kez daha teşekkür ederim. Bu sayının kapak çizimi de kendisine ait. 

Dergiyi masaüstünüze indirmek için:

20 Mart 2016 Pazar

Grev (Öykü)


Rasim Usta perdeyi aralayıp sokağa baktı. Gelen giden yoktu. Öylece oturacağına kendini oyalasa fena olmayacaktı. Heyecandan eli ayağı titriyordu. Türk Sanat Müziği kanalını açıp bet sesiyle mekanik soliste eşlik etmeye başladı. Mekanik otuz yaşlarında görünüyordu. Kumral saçları özenle taranmıştı. Üzerindeki ceket ışıkların altında parıldıyordu.

Rasim Usta bir mekaniğin şarkıları böyle içten okuyabilmesine hep şaşırmıştı. Tamam, görünüş olarak bize benziyor olabilirlerdi, ama bu makine oldukları gerçeğini değiştirmiyordu. Ve makinelerin duyguları olamazdı.

Gerçekten de olamaz mıydı?

Buna inanması öyle güçtü ki.

Rasim Usta televizyonu kapatıp kol saatine baktı. On ikiyi beş geçiyordu. Nerede kalmıştı bunlar? Belki de vazgeçmişlerdi. Keşke, diye geçirdi içinden. Nasıl olmuştu da bulaşmıştı bu işe? Niye hayır diyememişti ki? Dile kolay, tam yirmi üç yıl ekmeğini yemişti fabrikanın. Altı ay önce ellerine üç kuruş sıkıştırıp o da dâhil herkesi işten çıkarmışlardı gerçi. İşçiler perişan olmuştu. Çoğu hala işsizdi. Aralarında yeni baba olanlar da vardı, yeni evlenenler de. Yine de o gece yapacakları şeyi haklı çıkarmazdı bunlar.

Tam o sırada sokağa bir araba saptı. Onlar olmalıydı. Demek vazgeçmemişlerdi. Rasim Usta’nın kalbi hızla çarpmaya başladı.

...

Öykünün devamı Bilimkurgu Külübü'nde:
Grev

13 Şubat 2016 Cumartesi

Spare Parts: Bir Başarı Öyküsü


Senaryosunu Elissa Matsueda’nın yazdığı ve yönetmenliğini de Sean McNamara’nın üstlendiği 2015 yapımı Spare Parts, insanın kalbine dokunan ve ilham verici hikâyesiyle seyredilmeyi sonuna kadar hak eden bir film.

Yazının tamamı Bilimkurgu Kulübü'nde:
Spare Parts: Bir Başarı Öyküsü

12 Şubat 2016 Cuma

Gereksiz Adam (Öykü)


Kemal kapının eşiğinde dikilen karısına baktı. Selime’nin yüzü solgundu. Her an bayılacak gibi durmaktaydı. Yine de gülümsemeye çabalıyordu. Kemal de zoraki gerdi dudaklarını.

Her şeyden habersiz Rüzgâr dışarı fırlayıp babasının üzerine tırmandı.

“Bana bisiklet alır mısın baba?”

Kemal alırım demek istedi, diyemedi. Daha beş yaşında olan oğlunu kandırmayı kendine yakıştıramamıştı.

“Şu karşı evdeki çocuğun bir bisikleti var baba, öyle hızlı gidiyor ki… Bak böyle.”

Çocuk kucaktan inmiş, hayali bisikletini sürmeye başlamıştı. Kemal bembeyaz bir suratla izliyordu onu. Selime fırladı, çocuğu kolundan tuttuğu gibi yanına çekti. Rüzgâr neye uğradığını şaşırmıştı. Bir annesine, bir babasına bakıyordu. Yanlış bir şey mi yapmıştı acaba?

Kemal karısına sımsıkı sarıldı. Sonra neler olup bittiğini anlayamayan oğlunu öptü, öptü, öptü… Çocuk kıvırcık saçlarını babasından almıştı. Kemal çocuğun kıvırcık saçlarını karıştırdı. Sonra doğruldu, önünden defalarca kez geçtiği halde içine hiç girmediği penceresiz binaya doğru yola koyuldu.

Selime onu gözden kaybolana dek izledi. Onlar tarafından çağırılıp geri dönen biri var mıydı? Hafızasını zorladı. Bir kişi bile umudunu korumasına yeterdi. Ama yoktu. Tek bir kişi bile yoktu.

...

Öykünün devamı Bilimkurgu Kulübü'nde:
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...