Güneşin, güzel yüzünü
insanoğlundan esirgediği ve hüküm sürdüğü mavi okyanusu yağmur yüklü kara
bulutlara bırakıp bir köşeye çekildiği bir pazar günü yapılacak en iyi şey
kitap okumaktır. Böyle bir günde gerçeklikle bağları koparmakta fayda
görmüşümdür oldum olası. Çok basittir bu iş. Bir kitabın kapağını kaldırmakla halloluverir.
Bir parmak hareketi ve ver elini düş denizinin kıyılarını dövdüğü hayal adası.
Hayal adasına gitmek
kolay olmasına kolaydır da, eğer okunmayı bekleyen birden fazla kitabınız varsa
işiniz o zaman zordur işte. Şuna başlasan bu darılır, buna başlasan o kırılır…
Tarif ettiğim gibi bir
pazar günü, fantastik kurgu romanlarımın ağırlıkta olduğu kitaplığımın önünde
dikilmiş, bir yandan da size yukarıda bahsettiğim o kararsızlığı yaşıyordum. Ne
de çok kitap birikmişti okunmayı bekleyen. Haydi artık birini alıp başlayayım
diye düşündüm, düşündüm de düşünmekle olmuyor ki. Elim bir ona uzanıyor, bir
buna. Neyse sonunda kara kaplı bir romanı kestirdim gözüme. Bir polisiye
romanı. Yağmurlu bir gün için iyi bir tercih gibi görünüyordu.
Tam o sırada “Pişt,”
dedi biri. Yok yok, yanlış duymuş olmalıydım. Muhtemelen düşperest aklım oyun
oynuyordu bana. Odada yalnızdım ne de olsa.
“Pişt, buradayım.”