28 Mayıs 2012 Pazartesi

Frida



Güneşin, güzel yüzünü insanoğlundan esirgediği ve hüküm sürdüğü mavi okyanusu yağmur yüklü kara bulutlara bırakıp bir köşeye çekildiği bir pazar günü yapılacak en iyi şey kitap okumaktır. Böyle bir günde gerçeklikle bağları koparmakta fayda görmüşümdür oldum olası. Çok basittir bu iş. Bir kitabın kapağını kaldırmakla halloluverir. Bir parmak hareketi ve ver elini düş denizinin kıyılarını dövdüğü hayal adası.

Hayal adasına gitmek kolay olmasına kolaydır da, eğer okunmayı bekleyen birden fazla kitabınız varsa işiniz o zaman zordur işte. Şuna başlasan bu darılır, buna başlasan o kırılır…

Tarif ettiğim gibi bir pazar günü, fantastik kurgu romanlarımın ağırlıkta olduğu kitaplığımın önünde dikilmiş, bir yandan da size yukarıda bahsettiğim o kararsızlığı yaşıyordum. Ne de çok kitap birikmişti okunmayı bekleyen. Haydi artık birini alıp başlayayım diye düşündüm, düşündüm de düşünmekle olmuyor ki. Elim bir ona uzanıyor, bir buna. Neyse sonunda kara kaplı bir romanı kestirdim gözüme. Bir polisiye romanı. Yağmurlu bir gün için iyi bir tercih gibi görünüyordu.

Tam o sırada “Pişt,” dedi biri. Yok yok, yanlış duymuş olmalıydım. Muhtemelen düşperest aklım oyun oynuyordu bana. Odada yalnızdım ne de olsa.

“Pişt, buradayım.”

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Çizikli-yorum No: 1 - He-man Phantos'un Dişi Şeytanı



Prens Adam ve General, Phantos gezegeninde. Gezegenin kraliçesi Elmora’nın kara kaşı, kara gözü için orada değiller elbet. Amaçları Elmora’dan evrenin en güçlü metali olan photanium’u almak. Elmora da sağ olsun, aramızda bir photanium’un lafı mı olur diyor, kırmıyor kahramanlarımızı. Bizim Adam da kibar çocuk hani, kraliçeyi bitkin görünce iyi olup olmadığını sormadan edemiyor. Kuşburnu, ıhlamur içmesini ve balkona üstüne bir şey almadan çıkmamasını salık veriyor. General ise oralı bile değil. Aklı fikri metalde. Saat geç oldu, benim kız bekler, diye kestirip atıyor lafı. Böylece photanium’u yükleniyor ve kraliçeye veda edip dönüyorlar memlekete.

17 Mayıs 2012 Perşembe

Sürgün Ruh, 80'ler Efsanesi ve Filmler


İsimsiz bir ruh, yanı başımızda olduğu halde algımızın ötesinde olan paralel bir evrenden sürgün edilir. Suçunu ne siz sorun, ne de ben söyleyeyim. Zaten bu başka bir hikâyenin konusudur.

Her ne kadar üstün bir varlık olsa da kendi evreni dışında hayatta kalmasının imkânı yoktur. Yine de cezasını çekmeye razıdır. Tası tarağı toplar ve sürgün edildiği evrenin yolunu tutar. Bu evrende, üzerinde akıllı varlıkların hüküm sürdüğü mavi bir gezegen de vardır: Dünya

Ve ister şans deyin, ister tesadüf, bu gamlı ruh gelip karanlığın ortasında bir toz zerresi olan mavi gezegenimizi bulur. 1979’u bir sonraki yıla bağlayan gece dünya atmosferine girer, bulutların arasından sıyrılıp yeryüzüne iner.

Zavallı, bir köşede yıkılır kalır. Ama ömrü o kadar uzundur ki, son nefesini vermesi bile on yıl sürecektir. Ölüm döşeğindeki bu vakur ruhun kutsal nefesi dünyaya yayılmaya başlar. Rüzgâr, et ve kemikten öte bedenindeki sihirli tozları dört bir yana dağıtır.

İşte hafızalara kazınıp asla unutulmayan, hepimizin özlemle, tebessümle andığı 80’ler efsanesinin yaratılış öyküsü budur.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Kerime Nadir’den Dehşet Dolu Bir Gece

Kitaplar hayali dünyalara açılan pencerelerdir benim için. Kuşkusuz ekranın karşısına geçmiş bu yazıyı okuyorsan sen de benimle aynı fikirdesin. Sevdiğin bir yazarın kitabını eline alıp yatağına uzandığında ve o büyülü nesnenin ilk sayfasını açtığında boyut değiştirenlerdensin. Kâh sisli sokaklarda vampirleri kovalayan bir avcıya, kâh bilinmeyen gezegenlere yolculuk yapan bir uzay kâşifine, kâh ölüleri canlandırmaya çabalayan bir bilim adamına dönüşüp maceralara yelken açan bir kitapseversin.
Yatağında uzanıyor olduğun halde, maceradan maceraya koşmanı sağlayan tek büyülü nesne kitaptır herhalde. Son sayfasına kadar heyecan içinde okuduğun kitabı kapattığında kendini güvenli yatağında buluverirsin tekrar. Tüm tehlikeler, felaketler, vampirler, hayaletler sayfalarda kalmıştır.
Ama ya böyle olmazsa? Ya dehşet, sayfalarda kalmayıp gerçek hayata da sızarsa? Ya sandığın kadar güvende değilsen?
Dehşet Gecesi (1958) adlı romanın kahramanı Altınışık gazetesinin sahibi Mümtaz Evren, 1953 yılının Temmuz ayında trenle Hakkâri’ye doğru yola çıkar. Cilo Dağı’na yeni inşa edilmiş büyük bir turistik otelin açılış törenine davet edilmiştir. Mümtaz yataklı vagonda yalnızdır. File üzerinde valizleri duran diğer yolcu ortalarda yoktur. Kahramanımız, adamın ya treni kaçırdığını ya da trene başka bir istasyondan bineceğini düşünür. Üstelik yolcunun bileti de üzerlerinde “P.R.” harfleri olan valizlerden birinin sapından sarkmaktadır.

6 Mayıs 2012 Pazar

Sahaftan Alınan Kitap


Sahaftan alınan kitabın değeri bir başkadır.

O kitap, kendini sahafın tozlu raflarında bulana dek kim bilir neler yaşamıştır. Okunmuş, elden ele dolaşmış, terk edilmiş, sevilmiş, yarım bırakılmış, kırışmış, yırtılmış, sararmış, kapağı bantla tutturulmuş, belki de kapağı hiç açılmamış, bir yerlerde unutulmuş, üzerine bardaklar konulmuş, lekelenmiş, yıpranmış, eskimiş, sayfalarına notlar düşülmüş, karalanmış, cümlelerinin altı çizilmiş, arasında bir şeyler (bir uçak bileti mesela) unutulmuştur.

Kokusu bile değişmiştir. Kapağı demode olmuş, üzeri onlarca elin parmak izleriyle dolmuştur. Ardından yeni baskıları yapılmıştır. Belki de bir daha basılmamış, yazarı ölmüş, adı unutulmuştur. Hayatlara girip çıkmış, anılar biriktirmiş, kaldığı raflarda dostlar edinmiş, daha bir ağırlaşmıştır. 

Dediğim gibi, sahaftan alınan kitabın değeri bir başkadır.

Sahaftan bir kitap aldığınız zaman hayatın tozunu yutmuş bir dost edindiniz demektir.

Keşfetmediğiniz sahaf, karıştırmadığınız tozlu raf kalmasın. 

Nice dostlar edinmeniz dileğiyle. 

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Mavi Bisiklet (Öykü) / Ünlem Sanat Dergisi, Temmuz - Ağustos 2006


Hüngür hüngür ağlıyordu Meriç. Gözyaşları, kirli yanaklarından çenesine doğru bir iz bırakarak akıyordu. Bazen de çenesine ulaşmadan, elinin tersiyle siliyordu yaşları. Suratı beş karıştı. Ağlamaktan, çırpınmaktan terlemiş, yüzü kıpkırmızı olmuştu. Dudakları bükülmüş, kaşları çatık bir halde babasına bakıyordu. Babası ise hala sakindi. Adamcağız sabırla ona durumu izah etmeye çalışıyordu.

“Niye anlamak istemiyorsun oğlum. Şu anda alamayız. Biraz sabretmen lazım.”

“Ama Hale’ye ayakkabı aldın baba. Oysa benim karnem ondan daha iyiydi. Arkadaşlarım bisiklete binerken ben peşlerinden mi koşayım?”

Bir iç çekti yılların emekçisi Ahmet Usta. Çalıştığı iplik fabrikası işçi çıkarmaya başlamıştı. Uzun süredir ustabaşıydı, ama artık deneyimli ustalara değil, gelişen teknolojiden anlayan mektepli gençlere ihtiyaç duyuluyordu fabrikada. O yüzden yeri sağlam değildi onun da.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...