28 Mayıs 2012 Pazartesi

Frida



Güneşin, güzel yüzünü insanoğlundan esirgediği ve hüküm sürdüğü mavi okyanusu yağmur yüklü kara bulutlara bırakıp bir köşeye çekildiği bir pazar günü yapılacak en iyi şey kitap okumaktır. Böyle bir günde gerçeklikle bağları koparmakta fayda görmüşümdür oldum olası. Çok basittir bu iş. Bir kitabın kapağını kaldırmakla halloluverir. Bir parmak hareketi ve ver elini düş denizinin kıyılarını dövdüğü hayal adası.

Hayal adasına gitmek kolay olmasına kolaydır da, eğer okunmayı bekleyen birden fazla kitabınız varsa işiniz o zaman zordur işte. Şuna başlasan bu darılır, buna başlasan o kırılır…

Tarif ettiğim gibi bir pazar günü, fantastik kurgu romanlarımın ağırlıkta olduğu kitaplığımın önünde dikilmiş, bir yandan da size yukarıda bahsettiğim o kararsızlığı yaşıyordum. Ne de çok kitap birikmişti okunmayı bekleyen. Haydi artık birini alıp başlayayım diye düşündüm, düşündüm de düşünmekle olmuyor ki. Elim bir ona uzanıyor, bir buna. Neyse sonunda kara kaplı bir romanı kestirdim gözüme. Bir polisiye romanı. Yağmurlu bir gün için iyi bir tercih gibi görünüyordu.

Tam o sırada “Pişt,” dedi biri. Yok yok, yanlış duymuş olmalıydım. Muhtemelen düşperest aklım oyun oynuyordu bana. Odada yalnızdım ne de olsa.

“Pişt, buradayım.”

Bir akıl oyunu falan değildi. Bir kadın sesi beni çağırıyordu. Üstelik tam arkamdan. Dönüp baktım. Çocuk kitapları ve tarihi romanlarla dolu kitaplığımdan gelmişti ses, emindim.

“Aşağıya bak. Alttan üçüncü raftayım.”

“Ah, demek sendin,” dedim. “Korkuttun beni.”

“Ya,” dedi. “Korkacak ne var ki? İnsan hazinesindeki bir altından korkar mı hiç?”

Haklıydı. Kitaplarım paha biçilmez bir hazineydi benim için. Ona kelimelerle değil, gülümseyerek cevap verdim. O da gülümsedi.

“Haydi,” dedi mor sırtlı kitap. “Karar verilmiştir.”

“Ne kararı?” diye sordum.

“Seni seçtim,” dedi. “Bunca kitabı boşa mı okudun sen? Hala anlamamış olmana şaştım doğrusu.”

Neyi diye soracaktım, vazgeçtim. Neyse ki kitap aklımdan geçirdiğim soruyu yanıtladı.

“Okur kitabı değil, kitap okuru seçer. Bunu belki her zaman bu kadar açık yapmaz. Ama bu hep böyle olmuştur,” dedi. “Onu okuyacak olana da, ne zaman okunacağına da kitap karar verir.”

“Haklısın,” dedim. “Bunu bir yanım her zaman biliyordu aslında.”

Sabırsızlık içinde kıpırdanırken gülümsemeyi sürdürdü:

“Daha ne bekliyorsun o halde?”

Uzanıp raftan aldım mor sırtlı kitabı. Elimde kıpırdanıyor, gıdıklanıyormuş gibi kıkırdıyordu. Bir kitap eksilen raf, azı dişi çekilmiş bir ağız gibi görünüyordu şimdi.

“Seni bir türlü okuyamadım,” dedim, özür dilercesine. “Aramıza onlarca kitap girdi.”

“Sıram gelmemişti,” dedi. “Az önce sana anlattıklarımı ne çabuk unuttun.”

Hay aksi. Yine haklıydı. Daha fazla konuşmadan…

“…okumaya başlasan iyi edersin,” diye düşüncemi tamamladı mor sırtlı kitap. 


O mor sırtlı kitap, Oğlak yayınları tarafından yayımlanan, kurmaca biyografi türündeki “Frida” idi. Eserin yazarı romancı, kısa öykü yazarı ve eleştirmen olan Barbara Mujica. Yazar, Frida’yı kız kardeşi Cristina’nın ağzından aktarıyor bizlere. Cristi kıskandığı, kızdığı, acıdığı ama her zaman sevdiği ablasını ve etraflarında gelişen olayları tüm çıplaklığı ile anlatıyor bizlere. Kendisini her zaman dünyanın merkezinde gören Frida’yı, etraflarını saran ünlü şahsiyetleri, açılışları, davetleri, sergileri, partileri, ayrı düşüşleri, aşkları, hüzünleri, acıları, kederleri, hayal kırıklıklarını, gözyaşlarını, iki kardeşi de kendisine âşık eden duvar ressamı Diego Rivera’yı dönemin siyasi ve sosyal ortamını da es geçmeden aktarıyor.

Hayatım, ünlü kişilerin arasında geçti. Hepsi de çok ünlü birçok kişi. Diego, Frida ve tabii daha pek çok kişi. Politikacılar, film yıldızları... Evet, artık nihayet film yıldızlarıyla tanışabiliyordum, hem de birçoğuyla. Ressamlar, fotoğrafçılar... Troçki, Vasconcelos, Cantinflas, Dolores del Rio, Siqueiros, Lupe'un birbirinden harika fotoğraflarını çeken Edward Weston. Pek çok, pek çok ünlü şahsiyet. Kimse orada olduğumu fark etmiyordu bile. Ama partilerine, toplantılarına, açılışlara ben de sürekli gidiyordum... Çünkü ben Frida Kahlo'nun kardeşiydim.

Kitap her ne kadar Frida’nın hayatını temel alıyor gibi görünsede, onun gölgesinde kalan bir kardeşin, ilkleri deneyimleyerek değil, ablasının anlattıkları aracılığı ile yaşayan Cristi’nin duygularına da ışık tutuyor. Hatta Barbara Mujica bu durumu Frida’nın hayatından bile ön planda tutuyor. Kitap bu özelliği ile sıradan bir biyografiden çok daha fazlasını vaat ediyor okuyucuya.


Bazen bütün hayatımı Frida aracılığı ile yaşamışım gibi hissediyorum. Maceradan maceraya atılan oydu, harikulade duygular yaşayan da oydu. Ben elden düşme bir hayat yaşıyordum, tıpkı Frida’nın küçülmüş elbiselerini giydiğim gibi. Aşkı ilk tadışım Frida ve Alex sayesinde olmuştu. Benim de kapıldığım kişiler oluyordu, oğlanlar bana da göz kırpıp yaklaşmaya çalışıyordu, ama o tatlı ürpertiler, göğsümde patlayıp lav püskürten volkanlar, kollarında eriyip gitme hayalleri ben ve sevgilim üzerine değil Frida ve Alex üzerine kuruluydu. İlk öpücüğümü, Frida’nın Alex’i öpmesiyle yaşamıştım. Nereye gidersem gideyim, Frida benden önce orada bulunmuş oluyordu. Hayatımın en büyük aşkı onun ilk aşkıydı. Bazen birbirlerine çok yakın olsalar da kız kardeşler hayatlarını birbirinden bağımsız olarak yaşar ve kendi sonlarına kendi başlarına ulaşır. Ama benim için geçerli değildi bu. Yalın gerçek şuydu ki Frida olmadan Cristi de yoktu.

Yazıma son vermeden önce ufak bir uyarı yapmakta fayda görüyorum. “Frida” kurmaca bir eser. Her ne kadar kitapta Meksika tarihi ve Frida’nın yaşadığı gerçek olaylara yer verilmişse de pek çok olay ve karakter yazar tarafından yaratılmış. (Bunları kitabın sonunda bulabilirsiniz.) Mujica kitabı Frida’nın hayatını belgeleriyle ortaya koymak için değil, karakterini yansıtmak için yazdığını belirtiyor ve ekliyor:

“Bu denli olağanüstü bir kadının sıradan kardeşi olmanın nasıl bir duygu olacağını anlatmaya çalıştım.”

Akıcı bir dile sahip olan “Frida”yı okurken sayfaların nasıl tükendiğini fark edemeyecek ve son sayfayı da okuyup kitabı sonlandırdığınızda Mujica’nın “anlatmaya çalıştım” derken mütevazılık göstermiş olduğunu düşüneceksiniz.  

2 yorum:

  1. Selam Kadri Kerem,ne hoş bir yazı olmuş! Geçen hafta ben de Frida adlı filmi tekrar seyrettim:) Görüntüler, müzik, oyuncular şahaneydi. Gerçek bir hayatın hikayesini film olarak seyretmek bana çok etkileyici geliyor. Bu filmden sonra Frida ile ilgili bir kitap okur muyum acaba diye şimdi düşünüyorum:)) Hımm... Keşke bir Frida filmi daha olsa:)

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim. =)Filmi izleyeli epey oldu. Pera Müzesi'ndeki "Frida Kahlo & Diego Rivera" sergisini de gezmiştim. Frida yalnızca bir ressam değil, acımasız hayatın karşısında dimdik durabilmeyi başarabilen, ruhu bedeninden kat kat büyük olan güçlü bir insan. İşte bu yüzden hayranım ona.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...