Güneşin, güzel yüzünü
insanoğlundan esirgediği ve hüküm sürdüğü mavi okyanusu yağmur yüklü kara
bulutlara bırakıp bir köşeye çekildiği bir pazar günü yapılacak en iyi şey
kitap okumaktır. Böyle bir günde gerçeklikle bağları koparmakta fayda
görmüşümdür oldum olası. Çok basittir bu iş. Bir kitabın kapağını kaldırmakla halloluverir.
Bir parmak hareketi ve ver elini düş denizinin kıyılarını dövdüğü hayal adası.
Hayal adasına gitmek
kolay olmasına kolaydır da, eğer okunmayı bekleyen birden fazla kitabınız varsa
işiniz o zaman zordur işte. Şuna başlasan bu darılır, buna başlasan o kırılır…
Tarif ettiğim gibi bir
pazar günü, fantastik kurgu romanlarımın ağırlıkta olduğu kitaplığımın önünde
dikilmiş, bir yandan da size yukarıda bahsettiğim o kararsızlığı yaşıyordum. Ne
de çok kitap birikmişti okunmayı bekleyen. Haydi artık birini alıp başlayayım
diye düşündüm, düşündüm de düşünmekle olmuyor ki. Elim bir ona uzanıyor, bir
buna. Neyse sonunda kara kaplı bir romanı kestirdim gözüme. Bir polisiye
romanı. Yağmurlu bir gün için iyi bir tercih gibi görünüyordu.
Tam o sırada “Pişt,”
dedi biri. Yok yok, yanlış duymuş olmalıydım. Muhtemelen düşperest aklım oyun
oynuyordu bana. Odada yalnızdım ne de olsa.
“Pişt, buradayım.”
Bir akıl oyunu falan
değildi. Bir kadın sesi beni çağırıyordu. Üstelik tam arkamdan. Dönüp baktım.
Çocuk kitapları ve tarihi romanlarla dolu kitaplığımdan gelmişti ses, emindim.
“Aşağıya bak. Alttan
üçüncü raftayım.”
“Ah, demek sendin,”
dedim. “Korkuttun beni.”
“Ya,” dedi. “Korkacak
ne var ki? İnsan hazinesindeki bir altından korkar mı hiç?”
Haklıydı. Kitaplarım paha
biçilmez bir hazineydi benim için. Ona kelimelerle değil, gülümseyerek cevap
verdim. O da gülümsedi.
“Haydi,” dedi mor
sırtlı kitap. “Karar verilmiştir.”
“Ne kararı?” diye
sordum.
“Seni seçtim,” dedi. “Bunca
kitabı boşa mı okudun sen? Hala anlamamış olmana şaştım doğrusu.”
Neyi diye soracaktım,
vazgeçtim. Neyse ki kitap aklımdan geçirdiğim soruyu yanıtladı.
“Okur kitabı değil,
kitap okuru seçer. Bunu belki her zaman bu kadar açık yapmaz. Ama bu hep böyle
olmuştur,” dedi. “Onu okuyacak olana da, ne zaman okunacağına da kitap karar
verir.”
“Haklısın,” dedim.
“Bunu bir yanım her zaman biliyordu aslında.”
Sabırsızlık içinde
kıpırdanırken gülümsemeyi sürdürdü:
“Daha ne bekliyorsun o
halde?”
Uzanıp raftan aldım mor
sırtlı kitabı. Elimde kıpırdanıyor, gıdıklanıyormuş gibi kıkırdıyordu. Bir
kitap eksilen raf, azı dişi çekilmiş bir ağız gibi görünüyordu şimdi.
“Seni bir türlü
okuyamadım,” dedim, özür dilercesine. “Aramıza onlarca kitap girdi.”
“Sıram gelmemişti,”
dedi. “Az önce sana anlattıklarımı ne çabuk unuttun.”
Hay aksi. Yine
haklıydı. Daha fazla konuşmadan…
“…okumaya başlasan iyi
edersin,” diye düşüncemi tamamladı mor sırtlı kitap.
O mor sırtlı kitap,
Oğlak yayınları tarafından yayımlanan, kurmaca biyografi türündeki “Frida” idi.
Eserin yazarı romancı, kısa öykü yazarı ve eleştirmen olan Barbara Mujica. Yazar, Frida’yı kız kardeşi Cristina’nın ağzından
aktarıyor bizlere. Cristi kıskandığı, kızdığı, acıdığı ama her zaman sevdiği ablasını
ve etraflarında gelişen olayları tüm çıplaklığı ile anlatıyor bizlere. Kendisini
her zaman dünyanın merkezinde gören Frida’yı, etraflarını saran ünlü
şahsiyetleri, açılışları, davetleri, sergileri, partileri, ayrı düşüşleri,
aşkları, hüzünleri, acıları, kederleri, hayal kırıklıklarını, gözyaşlarını, iki
kardeşi de kendisine âşık eden duvar ressamı Diego Rivera’yı dönemin siyasi ve
sosyal ortamını da es geçmeden aktarıyor.
Hayatım,
ünlü kişilerin arasında geçti. Hepsi de çok ünlü birçok kişi. Diego, Frida ve
tabii daha pek çok kişi. Politikacılar, film yıldızları... Evet, artık nihayet
film yıldızlarıyla tanışabiliyordum, hem de birçoğuyla. Ressamlar,
fotoğrafçılar... Troçki, Vasconcelos, Cantinflas, Dolores del Rio, Siqueiros,
Lupe'un birbirinden harika fotoğraflarını çeken Edward Weston. Pek çok, pek çok
ünlü şahsiyet. Kimse orada olduğumu fark etmiyordu bile. Ama partilerine,
toplantılarına, açılışlara ben de sürekli gidiyordum... Çünkü ben Frida
Kahlo'nun kardeşiydim.
Kitap her ne kadar
Frida’nın hayatını temel alıyor gibi görünsede, onun gölgesinde kalan bir
kardeşin, ilkleri deneyimleyerek değil, ablasının anlattıkları aracılığı ile
yaşayan Cristi’nin duygularına da ışık tutuyor. Hatta Barbara Mujica bu durumu
Frida’nın hayatından bile ön planda tutuyor. Kitap bu özelliği ile sıradan bir
biyografiden çok daha fazlasını vaat ediyor okuyucuya.
Bazen
bütün hayatımı Frida aracılığı ile yaşamışım gibi hissediyorum. Maceradan
maceraya atılan oydu, harikulade duygular yaşayan da oydu. Ben elden düşme bir
hayat yaşıyordum, tıpkı Frida’nın küçülmüş elbiselerini giydiğim gibi. Aşkı ilk
tadışım Frida ve Alex sayesinde olmuştu. Benim de kapıldığım kişiler oluyordu,
oğlanlar bana da göz kırpıp yaklaşmaya çalışıyordu, ama o tatlı ürpertiler,
göğsümde patlayıp lav püskürten volkanlar, kollarında eriyip gitme hayalleri
ben ve sevgilim üzerine değil Frida ve Alex üzerine kuruluydu. İlk öpücüğümü,
Frida’nın Alex’i öpmesiyle yaşamıştım. Nereye gidersem gideyim, Frida benden
önce orada bulunmuş oluyordu. Hayatımın en büyük aşkı onun ilk aşkıydı. Bazen
birbirlerine çok yakın olsalar da kız kardeşler hayatlarını birbirinden
bağımsız olarak yaşar ve kendi sonlarına kendi başlarına ulaşır. Ama benim için
geçerli değildi bu. Yalın gerçek şuydu ki Frida olmadan Cristi de yoktu.
Yazıma son vermeden
önce ufak bir uyarı yapmakta fayda görüyorum. “Frida” kurmaca bir eser. Her ne
kadar kitapta Meksika tarihi ve Frida’nın yaşadığı gerçek olaylara yer verilmişse
de pek çok olay ve karakter yazar tarafından yaratılmış. (Bunları kitabın
sonunda bulabilirsiniz.) Mujica kitabı Frida’nın hayatını belgeleriyle ortaya
koymak için değil, karakterini yansıtmak için yazdığını belirtiyor ve ekliyor:
“Bu denli olağanüstü
bir kadının sıradan kardeşi olmanın nasıl bir duygu olacağını anlatmaya
çalıştım.”
Akıcı bir dile sahip
olan “Frida”yı okurken sayfaların nasıl tükendiğini fark edemeyecek ve son
sayfayı da okuyup kitabı sonlandırdığınızda Mujica’nın “anlatmaya çalıştım”
derken mütevazılık göstermiş olduğunu düşüneceksiniz.
Selam Kadri Kerem,ne hoş bir yazı olmuş! Geçen hafta ben de Frida adlı filmi tekrar seyrettim:) Görüntüler, müzik, oyuncular şahaneydi. Gerçek bir hayatın hikayesini film olarak seyretmek bana çok etkileyici geliyor. Bu filmden sonra Frida ile ilgili bir kitap okur muyum acaba diye şimdi düşünüyorum:)) Hımm... Keşke bir Frida filmi daha olsa:)
YanıtlaSilTeşekkür ederim. =)Filmi izleyeli epey oldu. Pera Müzesi'ndeki "Frida Kahlo & Diego Rivera" sergisini de gezmiştim. Frida yalnızca bir ressam değil, acımasız hayatın karşısında dimdik durabilmeyi başarabilen, ruhu bedeninden kat kat büyük olan güçlü bir insan. İşte bu yüzden hayranım ona.
YanıtlaSil