Yer küçük bir Fransız
kasabası. Kasabaya yeni kurulan gezici karnavalda çalışan muhteşem sihirbaz
Marcus, asık suratlı kuklacı Paul ve yardımcısı Jacquot kasabayı
dolaşmaktadırlar. Hava güzel, kasaba renkli ve neşelidir.
“Günaydın beyefendi.
Taze yumurtalarım var. İşte buradalar,” der satıcı kadın. “Bu sabah geldiler,
seçebilirsiniz bile.”
“Ya şeftaliler nasıl?”
diye sorar Marcus, yüzünde kocaman bir tebessümle.
“Şeftaliler mi? Nefis!”
diye yanıtlar kadın.
Satıcı kadın, Jacquot
ile konuşmaya başlamışken, çapkın Marcus da yanlarından geçmekte olan alımlı
bir kadınla bakışmaktadır. Alımlı kadın merdivene yönelir ve işte tam o sırada
Lili çıkar karşımıza. Bir elinde bavulu, öteki eli şapkası rüzgârdan uçmasın
diye başında, telaşlı adımlarla basamakları inmektedir. Film boyunca birçok kez
göreceğimiz o şaşkın ve endişe dolu yüzüyle Jacquot’nun yanına yaklaşır ve
sorar:
“Affedersiniz. Bay Godet’i arıyorum, fırıncı.”
Jacquot, kasabaya yeni
geldiğini, aradığı kişiyi satıcı kadına sormasını söyler ve zavallı Lili’yi
başından savar.
“Affedersiniz bayan, 26
numara…” der Lili, elindeki adres yazılı kâğıdı göstererek.
“İşte orası,” diye
yanıtlar kadın.
Ancak camları kalın bir
toz tabakasıyla kaplı dükkân belli ki uzun süredir kapalıdır. Fırıncı Godet ölmüştür,
tıpkı Lili’nin saat tamircisi olan babası gibi. Lili son umudunu da
kaybetmiştir. Babasından kalan saat dışında sahip olduğu hiçbir şey yoktur. Yalnızdır,
evsizdir, parasızdır, savunmasızdır.
Sizin de tahmin ettiğiniz gibi bu özelliklere sahip on altı yaşındaki bir kızı kandırmak isteyecek insanlar çıkacaktır elbet. Çıkar da. Neyse ki küçük kızın şansı yaver gider; Lili, onu tesadüf eseri de olsa kötü niyetli tüccarın elinden kurtaran Marcus’un peşine takılır ve ne olduğunu bile anlamadan kendisini karnavalın kafesinde garsonluk yaparken bulur.
Sizin de tahmin ettiğiniz gibi bu özelliklere sahip on altı yaşındaki bir kızı kandırmak isteyecek insanlar çıkacaktır elbet. Çıkar da. Neyse ki küçük kızın şansı yaver gider; Lili, onu tesadüf eseri de olsa kötü niyetli tüccarın elinden kurtaran Marcus’un peşine takılır ve ne olduğunu bile anlamadan kendisini karnavalın kafesinde garsonluk yaparken bulur.
Kozasından yeni çıkmış
bir kelebek kadar masum ve hayattan habersiz Lili bu işte pek de başarılı
değildir. Servis yapmak şöyle dursun, tüm yaptığı ayakaltında kalmamaya çabalamaktır.
Muhteşem Marcus’u ve gösterisini seyre dalıp işi savsaklaması bardağı taşıran
son damla olur ve sonunda kovulur.
Gidecek bir yeri
kalmayan Lili, hayata daha başlamadan veda etmeye, gökyüzüne doğru uzanan bir
merdiveni tırmanıp oradan atlamaya karar verir. Birkaç basamak çıkmıştır ki atılgan,
zeki, vakur kukla Havuç Kafa’nın sesini duyar. Lili onun yanına gider, sanki
gerçek bir insanmış gibi dertleşirler. Bu arada diğer kuklalarla da tanışır:
Kibirli, kıskanç,
bencil Marguerite; hırsız, yalancı tilki Reynaldo ve korkak, aptal, sevgiye aç Dev
ile.
Bu planlanmamış gösteri
o kadar ilgi çeker ki Lili, Paul tarafından kukla gösterisinin bir parçası
olarak işe alınır. Tek yapması gereken gösteri boyunca kuklalarla konuşmaktır. Ama
Paul’den korkmaktadır da. Savaşta bacağından yaralanınca başarılı dans
kariyerine son vermek zorunda kalan Paul kalpsizdir, acımasızdır, sinirlidir,
çoğu zaman da sarhoştur. Anlaşılması güç, kaba biridir. Kibar ve etkileyici muhteşem
Marcus’un tam tersi gibi görünmektedir.
Gösteriler boyunca
Lili’nin inanılmaz, hatta gerçekle bağdaşmayacak kadar abartılı saflığına şahit
oluruz. Lili kuklaların ardında Paul olduğundan habersiz gibidir. Onlarla
gerçeklermiş gibi konuşur. Birlikte şarkılar söylerler, eğlenirler,
hüzünlenirler, ağlarlar, gülerler…
Film ilerlerken küçük
kız Lili büyüyecek, yavaş yavaş dünyayı keşfetmeye başlayacak ve daha önce
ayırdına varamadığı gerçekleri fark edecektir.
Filmin sonuna doğru
Marcus ile aralarında geçen diyalog, Lili’nin artık küçük bir kız olmadığını
ispatlar niteliktedir:
Lili, “Bir rüyada
yaşadığımı biliyorum, küçük bir kız gibi. Görmek istemediklerimi görmeden. Ama
bir şey bilmek ister misiniz Marc? Bazen içimize sığmayan duygularımız ve
düşüncelerimiz vardır, tıpkı küçük bir kız gibi. Küçük kızlar büyürler. Ve
anlarlar ki her şeyin doğru bir zamanı ve yeri vardır. Okula gitmenin bir
zamanı vardır. Aileni kaybetmenin bir zamanı vardır. Ve yakışıklı bir sihirbaza
âşık olmanın da zamanı vardır. Fakat uyanmanın da bir zamanı vardır.”
Marcus, “Sen akıllı bir
kızsın Lili. (Bu kez onu minik fare diye çağırmaz.) Tüm bunları nereden
öğrendin?”
Lili, “Öğrenmeyiz.
Sadece büyürüz ve biliriz. Elveda Marc.”
Marc, “Elveda.”
“Lili” özel efektli,
büyük bütçeli, bol entrikalı yapımlara alışmış günümüz izleyicisini tatmin
etmeyebilir, ama bir yönüyle günümüz filmlerinden kat kat üstündür.
Sonu en başından tahmin
edilse de “Lili”, yüzümüzde sürekli bir tebessümle seyredeceğimiz,
kaybettiğimiz masumiyeti bize hatırlatacak harika bir klasiktir.
Ve şayet akşam hangi
filmi izleyeceğinize henüz karar veremediyseniz iyi bir seçim olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder