14 Nisan 2012 Cumartesi

Stephen King: Bir Korku Yazarı (mı?)


Stephen King süpermarketteyken bir kadın yaklaşır yanına ve şöyle der:

"Sizi tanıyorum, siz Stephen King'siniz ve bu harika! Bir yazarla süpermarkette birlikteyim ve konuşuyorum. Ama kitaplarınızdan hiçbirini okumadım ve filmlerinizi seyretmedim. Çünkü korku romanlarını hiç sevmem."

"Peki, ne seversiniz?" diye sorar King.

"Mesela ‘Rita Hayworth'u Seven Adam’ adlı filmi severim," diye cevaplar kadın.

King, "Onu da ben yazdım," dediğinde "Hayır, siz yazmadınız," olur aldığı yanıt. "Ben yazdım," diye yinelediğinde kadın inatla "Hayır, yazmadınız," diye ısrar eder.

Anlayacağınız kadını ikna etmenin imkânı yoktur. Kafasının içinde, üzerinde korku yazarları yazan bir kutunun içine atmıştır King’i. Ve bu kutuda yer alan yazarların aşkla, meşkle işi olamaz.

Umarım siz de bu kadar inatçı değilsinizdir. Eğer King’in -yalnızca- bir korku yazarı olduğu konusunda değişmez yargılarınız varsa zamanınızı boşa harcamamanızı ve diğer yazılarıma göz atmanızı tavsiye ederim.

Beni ikna edici bulmadıysanız yazarın kendisine söz verelim, ne dersiniz. Bakın King bu konu hakkında neler demiş:

Benim bir korku yazarı olduğum hakkında genel bir kanı var. Aslında “Çağrı” bir aşk hikâyesiydi. Aynı zamanda “Büyücü ve Cam Küre” de öyle. Ben ne yazarsam onu yazarım. Sınıflandırmaları pek sevmem. Kitaplarımı okuyan insanlar, vermek istediğimi yeterince anlıyorlar. Demek ki bende kendimi sıkça açıklamak zorunda değilim.

“Büyücü ve Cam Küre” görkemli, bir o kadar da hüzünlü bir aşk hikâyesidir gerçekten de. Kara Kule yolundaki kahramanımız Roland ile bu kez geçmişe bir yolculuk yapar ve silahşorun Ferhat ile Şirin’i aratmayacak hikâyesine tanıklık ederiz bu enfes romanın sayfalarında. King’in kaleminden aşkı okumak büyük bir keyif verir okura.

Fantastik ögeler içermeyen “Dolores Claiborne” ise tükenmiş bir annenin, acımasız olan -bu kelime yetersiz kalır aslında- hayatla mücadelesinin, berbat yaşamına inat ayakta kalma savaşının, evladı için göze aldığı akıl almaz fedakârlıkların romanıdır. Zengin de olsanız, fakir de olsanız bazen kadın olmanın ne denli zor olduğunu anlatır “Dolores Claiborne”.

Bir başka harika roman “Blaze”, bizi tarihin en sempatik suçlusuyla tanıştırır. Dünyaya gözlerini bir sıfır yenik açmış bir adamın romanıdır Blaze. Hüzünlü bir hikâyedir. John Steinbeck’e bir saygı duruşudur; “Fareler ve İnsanlar” romanının bir King uyarlamasıdır. (Not: Bu romanın bir trunk novel -basılmaya değer bulunmayan roman- olduğunu iddia eden King’e sakın inanmayın. Romanı gönül rahatlığıyla satın alın ve okuyun. Bayılacaksınız!)

“Ceset” bir grup çocuğun, bir cesedi bulmak için çıktıkları yolculukta başlarından geçenleri anlatır. Hikâye, tebessümü yüzünüzden eksik etmeyecek harika detaylarla doludur. Siz bakmayın bir korku romanını çağrıştıran adına, dostluğun ve masumiyetin öyküsüdür “Ceset”.

    
Örnekler çoğaltılabilir. Ama sizi sıkmamak adına işi biraz daha farklı bir noktaya taşıyalım ve isterseniz bir de korku klasikleri arasında çoktan yerlerini almış olan King romanlarına bir göz atalım.

İşte listenin başlarında yer alacak bir roman: “Hayvan Mezarlığı”. Romanın, yazarın kendisini bile rahatsız ettiği doğrudur. Sert bir metindir; acımasızdır, sarsıcıdır. “Bu kitabın sonunda kimse için umut yok,” der Steve King. Hatta bitirdiği kitapları ilk olarak Tabby’ye okutma ritüelinden bile ödün verir ve bu romanı vermez karısına. Masasının üzerine öylece koyar ve başka bir roman üzerinde çalışmaya başlar. Hatta bu roman, yani “Christine”, “Hayvan Mezarlığı”ından önce yayımlanır.

“Hayvan Mezarlığı” King için oldukça kişisel bir romandır da. 29 Ekim 1979’da günlüğüne şu satırları düşer:

Burada, Orrindton’da olmaktan nefret ediyorum, böyle yoğun bir yolda olmaktan nefret ediyorum. Owen (küçük oğlu) bugün az daha şu Cianbro kamyonlarından birinin altında kalıyordu. Ödüm patladı. Bununla birlikte bana, evin arkasındaki tuhaf, küçük hayvan mezarlığı ile ilgili bir hikâye fikri de verdi. Tabelada Hayvan Mezarlığı yazıyor, acayip değil mi? Komik ama aynı zamanda ürkütücü.

Hatta kızı Naomi’nin yolda ölü bulunan Smucky adlı kedisi de o mezarlığa gömülür. Naomi bir yandan ağlarken, bir yandan da “Kedimi bana geri verin. Tanrı kendisine başka kedi bulsun,” diye söylenir. King bu trajik olayı aynen aktarır romanına.

Yalnızca Naomi’nin cümlesi bile, “Hayvan Mezarlığı”nın bir korku romanından öte olduğunu gözler önüne serer.

“Hayvan Mezarlığı” ölümü anlamlandıramayan küçük bir çocuğun ve ölümü tanıdığı halde kabullenemeyen bir babanın romanıdır. Doğanın karşısında ne kadar aciz olduğumuzun ve onun dengesiyle oynamanın ne gibi felaketlere yol açabileceğinin öyküsüdür. Modern bir Frankenstein romanıdır. Bir korku romanı kılıfındadır belki, ancak içi kesinlikle çok daha fazlasıyla doludur, tıpkı diğer King romanları gibi.

Yazarın romanları, yüzeysel okurlar için “korku romanı” olmanın ötesine geçemeyecektir. Oysa olayların ardını görmek isteyenler, zemindeki kapağı aralayıp bakanlar için daima fazlası vardır.

1985 senesinde King alkolle olan dostluğuna bir yenisini ekler. Uyuşturucudur bu dostun adı. Ancak alkolik olduğunu yıllar öncesinden bilen bir yanı sessiz kalmamakta, ona mesajlar göndermektedir. Bunu, uyuşturucu ve alkolü, “Sadist” adlı romanındaki hasta ruhlu hemşire Annie’ye dönüştürerek yapar. Annie tutsak aldığı zavallı yazar Paul Sheldon’a işkenceler yapan sadist bir karakterden fazlasıdır. Okur, Annie’de rahatlıkla karanlık yönlerini bulabilir. Hepimiz birer Paul Sheldon’ızdır aslında.

“Şeffaf” ilk bakışta bir bilimkurgu romanıdır. Romanın yazar kahramanı toprağın derinliklerinde açığa çıkarılmayı bekleyen bir uzay gemisini keşfeder. Gemideki uzaylılar ölmemiştir ve insanların kafalarına girip onlara yetenekler kazandırmaktadırlar. -Örneğin romanın kahramanı yazar Bobbi Anderson telepatik bir daktilo icat eder.- Ancak bunun karşılığında kişi ruhunu yitirmektedir.

King de tanışmıştır bu uzaylılarla. Onun uzaylılarının adları alkol ve uyuşturucudur. Ve King onlar sayesinde yazdığını sanarken ruhunu yitirmektedir yavaş yavaş. Söyler misiniz hangimizin başı uzaylılarla belaya girmemiştir ki zaman zaman? Hangimiz hayatın üstesinden gelmek için türlü yollara başvurmayız ve bazen yolumuzu kaybetmeyiz?

Hangimiz “Medyum”daki başı alkolle fena halde dertte olan eski öğretmen Jack Torrance’tan farklıyızdır ki aslında? Hangimiz Jack gibi başarılı olmak için uğraşmayız, ailemizi bir arada tutmak için çırpınmayız?

Haydi, beni dinleyin ve kaldırın zemindeki kapağı; kaldırın ve dehşet saçan palyaçoların (O), insanları kovalayan arabaların (Christine), gerçeğe dönüşen hayali yazarların (Hayatı Emen Karanlık) ardına bakın.


Emin olun o zaman çok daha fazlasını göreceksiniz!

2 yorum:

  1. Harika bir yazı olmuş dostum, ellerine sağlık, sevdiğim yazara yeni bir bakışla bakmamı sağladı. Gerçi ben hep iyi bir yazar olarak görmüşümdür kendisini ama bu yazı bakışıma tazelik getirdi.

    YanıtlaSil
  2. Aslında her roman, her yazar için geçerli bu yazdıklarım. Bir roman okuyorsak eğer mutlaka yazarının hayatına da bir göz atmamız gerekiyor. Satırlarında hayatlarından izler bulduğumuz yazarlarla daha bir yakınlaşıyoruz. O zaman o satırlarda kendimizden de bir şeyler aramaya başlıyoruz. Zemindeki kapağı kaldırıp bakmak bu işte.

    YanıtlaSil

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...