“İşte geliyorlar!”
dedi öğretmen. Öğrenciler başlarını gökyüzüne çevirdiler. Bulutların arasından
çıkan uzay gemileri ateş etmeye başlamıştı bile. Işınların ilk hedefi köpeğini
gezintiye çıkaran yaşlı bir kadın oldu. Kadından geriye giysilerinden ve altın
yüzüğünden başka bir şey kalmadı.
“Anne! Anne!” diye
bağırdı bir çocuk sevinç içinde. Bademciklerini yeni aldırmıştı. Üzerinden
geçen gri diske el salladı. “Hey! Hey!” Bir saniye sonra dondurması kaldırımda
eriyordu. Çocuk gitmişti, diğer milyonlarcası gibi. Saldırı başlayalı iki
dakika bile olmadan insan nüfusu yarıya inmişti.
Öğrenciler heyecan içinde
olup bitenleri izliyorlardı. Ne kadar da şanslıydılar. Bu kez yalnızca yirmi
öğrenciye tanıklık izni verilmişti.
Gri diskler hiç
ıskalamıyordu. Ne saklanacak yer, ne kaçacak zaman vardı. Işınlar yağmur gibi
yağıyordu. İnsanlar hiç var olmamış gibi yok olup gidiyorlardı.
Saldırı üç dakika
kırk altı saniye sonra son buldu. İnsan ırkı yeryüzünden silinmişti. Uzay
gemileri de tıpkı insanlar gibi yok oldu. Bulutların arasına dalıp gözden
kayboldular. Arkalarında bıraktıkları dünya sessizliğe gömülmüştü.
Öğretmen alnına
dokunup zihin transferini sonlandırdı. O da, öğrencileri de Altair 4
gezegenindeki bedenlerine geri döndüler.
“İnsanlar tamamen mi
yok edildi?”
“Evet,” dedi
öğretmen. “Kozmos Çeşitlilik Komisyonu evrenin insan ırkından arındırılmasına
karar verdi. Onlar hastalıktı çocuklar. Tehlikeliydiler.”
“Birbirleriyle
savaştıkları doğru mu?”
“Doğru. Zekâları
gelişip teknolojileri ilerledikçe birbirlerini öldürecek yeni yöntemler keşfediyorlardı.
Gezegen ve diğer türler için büyük tehdittiler. Tüm bunlar yetmezmiş gibi
Mars’a yerleşmenin hayalini kuruyorlardı. Atalarımızın gezegeni olan Mars’a
çocuklar. Buna izin veremezdik.”
Kapı vızıldayarak
açıldı. Gezegen Temizlik Filosu’nun kaptanı sınıfa girdiğinde büyük bir gürültü
koptu. Çocuklar bir kahramanı yakından görmenin heyecanı içindeydiler. Kaptanı,
spagettiye benzeyen kollarıyla selamladılar. İleride bu filoya katılmak
hepsinin hayaliydi.
“Selam olsun sana!”
“Dünya barışın hüküm sürdüğü bir gezegen
artık!” diye bitirdi konuşmasını kaptan. Tezahüratlar eşliğinde sınıftan
ayrıldı.
Ders bitmişti.
Çocuklar evlerine dağıldılar. İçlerinden ikisi turuncu göğün altında ilerliyordu. Yaşadıkları
tecrübeyi ailelerine anlatmak için sabırsızlanıyorlardı.
“Ne gündü ama!”
“Babam bunu çoktan
hak ettiklerini söyledi. Zaten İkinci Gezegen Savaşı'nı çıkardıkları gün yok edilmeleri gerekiyormuş.”
“Baban Evrensel
Kültür Bakanlığı’nda çalışıyordu, değil mi?”
“Evet,” diye yanıtladı
diğeri. “Kültür Bakanlığı, yüz on altı dünyalı yazar belirlemiş. Bu yazarların eserleri Evren
Kütüphanesi’ne katılacak.”
“Okumak için
sabırsızlanıyorum.”
“Harika kitapları
var. Babam dünyalı yazarların kitaplarına bayılır. Doğum günümde Poe isimli bir
yazarın kitabını hediye etmişti bana. Muhteşemdi!”
“Ne garip bir isim. Dünyalılar
gerçekten tuhaf canlılardı.”
“Evet. Zamanlarının çoğunu savaşmaya harcamışlar.”
“Büyük kayıp,” dedi
diğeri. “Poe’nun kitabını okumak isterdim.”
“Tabii ki! Sana ödünç
verebilirim. Bayılacaksın.”
Turuncu gök birden
karardı. Öğrenciler başlarını göğe kaldırdılar. Kültür Ürünlerini Toplama
Gemisi üstlerinden geçiyordu. Gemi, seçilen dünyalı yazarların eserlerini Evren
Kütüphanesi’ne taşımaktaydı.
Çok güzel, kısa ama öz bir hikaye olmuş. Ellerine sağlık. Bir an özendim o uzaylılara :))
YanıtlaSilAslında bizden kurtulmanın bu kadar kolay olduğuna inanmıyorum. Bradbury'nin bir öyküsünde dünyayı istila etmeye gelen Marslıları tüketim çılgını yapıp kendimize benzetiyorduk. O gerçeğe daha yakın bir öyküydü. =)
YanıtlaSilGerçeğe yakın olup olmamasından öte, sürükleyiciliği ile beğenimi kazandı vallahi. Bir de, bu kadar gelişmiş bir teknolojiyle, üç dakika kırk altı saniye içinde insan ırkının temizlenmeyeceğini de kim söylemiş?! Her şey olabilir. Funda'nın belirttiği gibi: kısa ama öz. Ellerine sağlık :))
YanıtlaSilTeşekkür ederim Hakan. Bir gün gelirlerse eğer bundan farklısı olmayacak bana sorarsan. Barış için geleceklerini hiç sanmıyorum. Tarihe baktığımızda da gelişmiş medeniyetlerin çevrelerine barış saçtığını pek göremeyiz. :)
YanıtlaSil