5 Ocak 2018 Cuma

Yazmak Üzerine


Yazmayı sevip de okumaktan hoşlanmayan biri olabileceğini düşünemiyorum. Her yazar işe önce başkasının yarattığı dünyaları keşfederek, o dünyalarda keyifle vakit geçirerek, o dünyalar tarafından ele geçirilerek başlar ne de olsa. Kalemi kâğıdı eline alıp kendi dünyalarını yaratması sonraki adımdır. İlk başlarda bu dünyalar, okuyup etkisi altında kaldığı dünyalarla benzerlik gösterebilir. Kurduğu dünyaları anlatan ses, kendi sesi değil de okuduğu yazarların sesi olabilir. Bu çok da normaldir. Korku yazıyorsanız Lovecraft ya da Stephen King, bilimkurgu yazıyorsanız Asimov ya da Bradbury gibi isimlerden etkilenmemeniz mümkün değildir. İnsan kendi sesini zamanla ve yaza yaza bulur.

Size altın kuralı başta vermek istiyorum. Eğer yazmak istiyorsanız yapmaktan asla kaçamayacağınız iki şey vardır: Sistemli bir şekilde yazmak ve sürekli okumak. Bu iki şey sizin olmazsa olmazınız. Hem okumaya hem de yazmaya ayıracak vakit bulamıyorum diyemezsiniz. Diyebilirsiz elbette ama bunu yaparsanız yazar olmayı unutsanız iyi olur.

Bu konuda anlaştığımıza sevindim. Peki neler okumalısınız? Yanıt: Ne bulursanız. Tarih, felsefe, spor, arkeoloji, müzik, bilim, marangozluk… Aklınıza gelen, önünüze çıkan her konuda okumalar yapın. Düşeceğiniz en büyük yanlış, yalnızca yazdığınız türde okumalar yapmak olacaktır. Bu hamburger seviyorum diye sadece hamburger yiyerek yaşamaya çalışmaya benzer. Kimse sırf hamburger yiyerek yaşayamaz elbette. Kahvaltı etmeli, sebze ve meyve tüketmeli, su içmelisiniz. Farklı okumalar yapmanız hem bilgi hem de hayal dünyalarınızı zenginleştirecektir. Bu sayede yazdıklarınızın derinliği de artacaktır. Çiçekçilik üzerine okumalar yaparsanız, yazdığınız bilimkurgu romanında yabancı bir gezegende çiçekçilik yapan bir karaktere yer verebilir, bunu da inandırıcı biçimde yapabilirsiniz.

Isaac Asimov
Size Asimov’u örnek gösterebilirim. Asimov bunca kitabı yazabilmesini kütüphaneye ve kütüphane sayesinde ulaşabildiği farklı türlerdeki eserlere borçludur. Her şey babasının ona bir kütüphane kartı almasıyla başlar. Kütüphane Asimov’u tek kelimeyle büyüler. Burada Homeros’un eserlerini okuma fırsatı bulur. Yunan mitolojisi ile tanışır. Shakespeare’i okur. Kutsal kitabı okur. Tarih kitapları okur. Dünyanın güneşin etrafında döndüğünü, dinozorları ve buna benzer şeyleri çocuklar için yazılmış popüler bilim kitaplarından öğrenir. Charles Dickens’ı keşfeder. Bulduğu her kitap ona başka bir kapı açar. Eline geçen her şeyi büyük bir iştahla okur. Elbette bu okumalar yazarlık kariyeri için altın değerinde olur.

Günümüzde her şey çok daha kolaylaştı. Artık bir kütüphane kartına bile ihtiyacınız yok. Her şey bir tık ötenizde. İnternet binlerce yararlı makale ve e-kitapla dolu. Cep telefonunuzdan bile bunlara ulaşabilirsiniz. Sahafları da unutmamak gerek tabii. 3 liraya, 5 liraya kitap almanızın mümkün olduğu ve karşınıza nasıl bir hazinenin çıkacağını bilemediğiniz büyülü yerler sahaflar.

Okuma kısmını hallettik. Sıra geldi yazmaya. Ne yazacaksınız? Nasıl başlayacaksınız? Yazmaya romanla başlamak çok da mantıklı değil diyebilirim. İki yüz, üç yüz sayfalık bir romana girişmek sizi zorlayacak, belki de yazmaktan soğutacaktır. İşe kısa öykülerle başlayabilirsiniz. Elbette bu kesinlikle öykü yazmanın daha kolay olduğu anlamına gelmez. İki türün de kendine göre zorlukları vardır. Öykü yazmak ustalık ister. Bir olayı az kelime kullanarak anlatmak ve bunu da etkileyici bir biçimde yapmak hiç de kolay değildir. Yine de kısa bir öyküyü bir oturuşta bitirebilirsiniz. Örneğin oturun ve başınıza gelen ya da tanık olduğunuz ilginç bir olayı kelimelere dökün. Bir sonraki sefer yazdıklarınızdan neleri çıkarabileceğinize bakın. Öykü saf olmalıdır. Onu fazla kelimelerden ve cümlelerden arındırın. Kendinize kelime sınırı koyabilirsiniz. Seçtiğiniz konuyu 700 kelimeyi aşmadan yazmaya çalışın mesela. Böyle yaparsanız gereksiz kelimeler ve cümleler kendiliğinden elenecektir.

Ray Bradbury ve Çalışma Ortamı
Bildiğiniz şeyleri yazmanızda fayda var. Böylece yazdıklarınız hem bilgi yanlışı içermez hem de daha inandırıcı olur. Bunu yaparken de kendi kelimelerinizi kullanın. Günlük hayatınızda kullanmadığınız kelimeleri yazarken de kullanmayın. Sırf cafcaflı olsun diye böyle kelimeler kullanırsanız iğreti durur. Ve en önemlisi yazdığınızdan keyif alın. Siz yazarken sıkılıyorsanız, başkasının onu keyifle okumasını bekleyemezsiniz.

Bir başka konu da dünyaya bakmak ile ilgili. Yazar olmak istiyorsanız gözleriniz ve kulaklarınız her zaman açık olmalı. Başkalarının farkına varmadığı bir ayrıntı, bir ses, bir görüntü, bir sahne, bir insan, bir eşya sizin eser konunuz olabilir. Edebiyatımızın büyük isimlerinden Orhan Kemal iyi bir gözlemciydi. Birlikte yaşadığı, birlikte fabrikada ya da tarlada çalıştığı, birlikte hapis yattığı, kahvede birlikte kâğıt oynadığı insanları yazdı; büyük eserlerini iyi bildiği bu insanların ve içinden geldiği zorlukların üzerine kurdu. Bu sayede başarılı oldu.

Siz de iyi bir gözlemci olun. Geçtiğimiz gün, Üsküdar sahilinde tekerlekli sandalyede otururken bir yandan da denizi seyreden yaşlı bir kadın gördüm. Başında genç ve muhtemelen yabancı uyruklu bir kadın duruyordu. Bakıcısı olmalıydı. Kimse onlarla ilgilenmiyordu. Ama yazar olmak istiyorsanız böyle şeyleri kaçırmamalısınız. O yaşlı kadının aklından neler geçiyordu? Belki de gençliğinde yüzdüğü sulara bakmaktaydı. Belki de o an durduğu yer, elli sene önce sevdiği genci ilk kez öptüğü yerdi. Ya bakıcısı? Buraya hangi ülkeden, ne umutlarla gelmişti? Bir ailesi, sevdiği var mıydı? Yaşlı kadınla nasıl tanışmıştı? Gördünüz mü, kimsenin farkına bile varmadığı iki insan, sizin öykü konunuz oluverdi.


Madem bu yazı Bilimkurgu Kulübü’nde yer alacak, o zaman bilimkurgu yazarlığıyla ilgili de birkaç şey söylemekte fayda var. Bilimkurgu yazarı olmak istiyorsanız içinde yaşadığınız toplumu sağlıklı bir biçimde gözlemlemelisiniz. Teknolojik ve toplumsal değişimleri dikkatle takip etmelisiniz. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Geçtiğimiz yıl bana TBD öykü yarışmasında birincilik getiren Extube adlı öyküm, hızla gelişen iletişim teknolojileri ve buna ayak uydurmakta zorlanan toplumsal yapı hakkındaydı örneğin. Bu öyküyü, sosyal medyanın ölümü bile nasıl trajikomik bir hale getirebileceğini gözler önüne seren bir haberden esinlenerek yazmıştım. Bir bilimkurgu yazarı olmak istiyorsanız toplum sizin esin kaynağınız olmalı. Teknolojiyi takip edin. Toplumu takip edin. Değişimleri ve değişimlere ayak uyduranlarla uyduramayanları takip edin. Değişimleri takip etmek için tarih bilginizi geliştirin. İçinde yaşadığımız bilişim toplumunu anlamak istiyorsak, sanayi toplumundan, tarım toplumundan ya da avcılık ve toplayıcılıkla yaşayan insanlardan bile haberdar olmalıyız.

Son birkaç şey: Meraklı olun. Öğrenmeye aç olun. Hayalperest olun. Hep çocuk kalın. Kendinize inanın. Size yazamayacağınızı söyleyenler mutlaka olacaktır. Yaptığınız işin saçma olduğunu düşünenler de olacaktır. Hatta size gülenler bile olacaktır. Ben hepsiyle karşılaştım. Hiçbirine aldırmadım. Siz de aldırmayın. Yazın ve okuyun, yazın ve okuyun, yazın ve okuyun… Durmayın ve pes etmeyin. Hayranı olduğunuz büyük yazarların, belki de sizin asla yaşamayacağınız zorluklardan geçerek o büyük yazarlara dönüştüklerini asla unutmayın.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...