29 Haziran 2012 Cuma

Stephen King - Bir Yazarın Kısa Öyküsü



Yeniyetme Bir Yazar
Çocuk brikete baktı. Amma da büyüktü. Ağır olmalıydı. Yine de kaldırıp taşıyacaktı onu. Nefes almayı unutan izleyiciler, gösteri bitip de soluk almayı hatırladıklarında ayağa fırlayacak ve onu ayakta alkışlayacaklardı. Mayo biçiminde, leopar derisi bir giysi içindeki çocuk için basit bir işti bu. Çünkü o Ringling Brothers Sirki’nin güçlü çocuğuydu.
Eğilip briketi kaldırdı ve spot ışığı altında taşımaya başladı. Kimse daha önce böyle güçlü bir çocuk görmemişti. Seyirciler çıt çıkarmıyordu.
Ancak bir anda kayboldu sirk. Çocuğun üstündeki giysi de, şaşkın seyirciler de, her şey… Hepsi yok oluverdi. Briketin altındaki yuvadan çıkıp çocuğu kulağından sokan bir eşek arısı bu hayali gösteriyi sonlandırmış, çocuk da gerçek dünyaya, içinde bulunduğu garaja geri dönmüştü. Üstelik elinden düşen briket ayak parmaklarını ezmişti.
Üç yaşlarındaki bu çocuk tahmin ettiğiniz gibi King’den başkası değildi. Ve bu şansız olay da çocukluğunu kâbusa çeviren olayların başlangıcı olmuştu.

8 Haziran 2012 Cuma

Yıldız Tornavida… 80 Kuşağının Sihirli Değneği



Diyeceksiniz ki bir çocuğun yıldız tornavida ile ne işi olabilir? Elbette artık bir işi olmaz. Hatta günümüz çocuğu bu tornavidayı görse tanımaz bile. Oysa…

Oysa 90’ların başında 10’lu yaşlarında olan bir çocuk için yıldız tornavida eğlencenin anahtarı anlamındaydı. Bir sihirbazın değneğe, Doroty’nin kırmızı ayakkabılarına, İndiana Jones’un kamçısına, Leyla’nın Mecnun’a ihtiyacı olduğu kadar onun da bu tornavidaya gereksinimi vardı. Neden mi? Kafa ayarı yapmak için elbette. Şimdiye kadar yazdıklarımdan bir anlam çıkaramayanlar muhtemelen otuz yaşın altındadır. Ama bu yazıyı okuyan… Evet sen! Eğer bu yaşın üstündeysen içinden geçen cümle mutlaka şudur:

“Hey gidi günler hey!”

6 Haziran 2012 Çarşamba

Ray Bradbury Aramızdan Ayrıldı


Ray Bradbury belki bedenen ayrıldı aramızdan, ama bir parçası her zaman yarattığı karakterlerde yaşamayı sürdürecek. 

Size günlerce o kiralık makineye (daktiloya) saldırarak, bozuk para atıp çıldırmış bir şempanze gibi tuşlara vurarak, yukarı koşup yeniden bozuk paralar getirerek, içeri girip kitap raflarına koşarak, kitapları çekip sayfalarını çevirerek, dünyanın en güzel poleni olan ve insanda edebi alerji yaratan kitap tozunu içime çekerek, sonra sevinçten kıpkırmızı bir halde tekrar aşağıya koşarak, bir sözü orada, bir başkasını şurada bulup filizlenen efsanemin içine yerleştirerek yaşadığımın ne kadar heyecanlı bir macera olduğunu anlatamam. Tıpkı, Melville'in kahramanı gibi, çılgınlığın çılgınlaştırdığı biriydim. Durmamın imkanı yoktu. Ben Fahrenheit 451'i yazmadım, o beni yazdı. Sayfalardan gözlerime giren, oradan tüm sinir sistemimi dolaşarak ellerimden dışarı fırlayan bir enerji çevrimi vardı. Daktilo ve ben, parmak uçlarıyla birbirine bağlı siyam ikizleri gibiydik.

Fahrenheit 451'in önsözünden

Işıklar içinde yat Bradbury!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...